ÇEŞMEDE ÇAPUT BULAŞIK YIKAMAK YASAKTIR!
“Çeşmede çaput bulaşık yıkamak yasaktır” yazar ve okunamayan bir rakamla cezasının kaç kuruş olduğu da belirtilmiştir. Nerede mi? Yukarıdüğer’in girişindeki büyük beyaz çeşmenin duvarında. Hangi yıl kim tarafından yazılmıştır bilmem. Ancak o yazı hep dikkatimi çekmiştir ve merak etmişimdir bu yasağa uyulmuş mudur hiç diye. Çünkü ben kendimi bildim bileli gelinler çamaşır bulaşık yıkardı o çeşmede. O cezayı yazana da ödeyene de rastlamadım hiç. Gelinler çamaşır bulaşık yıkardı diyorum çünkü en fazla 5 yıl olmuştur evlerde musluklardan su akmaya başlayalı. Artık eskisi gibi şenlikli değildir çeşme önü. Artık herkes Yukarıdüğer söyleyişi ile “ çaputunu bulaşığını” evinde yıkar olmuştur. Bazen kavga sesleri bazen gülüşmeler duymuşumdur çocukluğumun yaz tatillerinde kana kana su içtiğim o çeşmenin önünde. Bir yandan “boduçlar, upruklar doldurulur, “ilyan”larda bulaşık ,çamaşır yıkanır,bir yandan da sohbet edilir. Laf aramızda ne de çok dedikodu yapılmıştır orda. Köy çeşmesidir bildiğimiz; hani şu türkülerde geçen türden. Yani kaç sevda düşürmüştür, kaç gencin yüreğine. Kimlere dedirtmiştir acaba türküdeki gibi “yeter beklettiklerin çeşmelerin başında” diye bilinmez. Lakin malum cafesi, pastanesi, interneti olmayan bir yerde ve zamanda hayatın kaynağı olan suyun sağlandığı yer olmasının yanı sıra çok önemli bir işlevi daha olmuştur elbette o çeşmenin. O da insan ilişkilerinde köprü vazifesi görmesidir. “Yukarıdüğer’de sadece bir tek çeşme mi var?” diyenleriniz olabilir. Hayır, yanılmıyorsam 5 tane çeşme var. Ancak önünde “Çeşmede çaput bulaşık yıkamak yasaktır” yazan tek çeşme odur ve en çok suyunu içtiğim çeşme de yine o çeşmedir. O yüzden o çeşmeyle başladım anlatmaya.
Yukarıdüğer’de bir gün nasıl geçer biraz da onu anlatmaya çalışayım. Köye daha çok yaz tatillerinde giden ve kış mevsimini zaten sevmeyen; hele ki Yukarıdüğer kışıysa “aman uzak dursun” diyen biri olarak da malumunuz bir yaz günü nasıl geçer onu anlatsam daha iyi olur sanırım. Yukarıdüğer’in yaz sabahında aman 10-11 gibi uyanayım 12 gibi kahvaltı ederim falan demeyin. Ya da hadi öyle yaptınız diyelim, kimseye bahsetmeyin bundan. Sonra size “Öyne şeherlile gibi öğlene gada yatulu muymuş gıy! Olu muymuş öyne şey?” derler. Zaten yol kenarındaki bir evdeyseniz en geç saat 7’den itibaren traktör sesleri ve traktörün önünden kaçışan kazların sesleri dolayısıyla çok ağır uykunuz yoksa kendiliğinizden uyanırsınız. Hem de öyle şehirdeki ağır ve yorgun uyanmazsınız. Köydeki insanların “çelen”liği adeta havaya karışır da aldığınız nefesle sizin kanınıza karışıverir. Bir de bakmışsınız ki siz de çelenleşivermişsiniz. Sabah kahvaltısında (her ne kadar ben pek sevmesem de) fanatiği bol olan meşhur tatlısı olan höşmerim basıverirlerse anlayın ki çok özlediler sizi, ya da hatırlı konuksunuz işte. Ama höşmerim basmadılarsa da üzülmeyin canım. Yaz mevsimi bu; tırpanlar, tırmıklar, tırpanlar, oraklar, traktöre atılacak tarlaya gidilecek “ohoooo bi sürü iş var hele unun sırası değil.” Ama kahvaltıda köy ekmeği büyük bir ihtimalle olacaktır ve de tereyağlarının en lezzetlisini üstüne sürüp tadına bakarsanız; benim gibi köyden her dönüşünüzde aldığınız 2- 3 kiloyu vermek için epeyce uğraşmanız gerekir, bu konuda sizi uyarmak isterim. Tereyağı ve köy ekmeği dedim ya başka yemeğe ne hacet. Bana kalsa her öğün çay tereyağı ve köy ekmeği yiyebilirim. Ancak köyde pişirilen diğer yemeklerin, özellikle taze fasülye başta gelir, tadları bir harikadır.
Traktör, tırpan, orak falan dedim, arkasından da patoz diyeceğim elbette. Yığın yapılan ekinler temmuz sıcağında patoza verilir de öyle ayrılır “kapçuk”larından. Alışkın değilseniz çok zordur dayanmanız. Çocukken bana vedikleri gibi en kolay işi istersiniz siz de. Yani patozun önünden ekinleri kovaya doldurur oradan da çuvala doldurursunuz. Ancak artık buna da gerek yoktur. Çünkü döverbiçerler gelmektedir ve patoz yapan kalmamıştır köyde.
Zaten misafirsiniz iş yaptırmazlar size, korkmayın. Tarlaya gidin ki civar köylerin en üstünde yer alan Yukarıdüğer’de altın sarısına boyanmış tarlaların bittiği yerle yemyeşil dağların birleşiminden ortaya çıkan o harika tabloyu görebilesiniz. Kim bilir belki de benim gibi İstanbul’da dünyanın ne kadar da büyük olduğu hissine kapılmanızı gayet doğal karşılarken, aynı hissi sonsuzmuş gibi görünen tarlalarla dağ yamaçlarının birleşimini gördüğünüzde Yukarıdüğer’de de yaşadığınızı fark ederek şaşkınlığa uğrarsınız siz de.
Tarlalardaki ekinlerden bahsettiysek türlü türlü leziz sebzenin yetiştiği yemyeşil bostanları atlamak olmaz. Köyün üst tarafında, yol kenarında yer alan küçük derenin üstünde hemen hemen herkesin bostanı vardır. Fasülye, kabak, domates, biber, marul ve daha bir çok sebzenin yer aldığı yemyeşil bostanlara o küçücük derenin hayat vermesi şaşırtıcıdır. Gerçi herkes su savaşlarının önümüzdeki 50 yılda başlayacağını ileri sürmektedir ancak su savaşları Yukarıdüğer’de çoktan başlamıştır zaten. Şaka bir yana işte bu küçük dereden önce kimin bostanını sulayacağı, birinin derenin önünü gerip bir diğer kimsenin açması gibi konular bazen kırgınlıklar yaratsa da bunlar öyle büyük tartışmalara neden olmaz. Olsa olsa “vay sıracalı vay” “neçün öyne ediviyon” gibi sözler bir süre havada uçuşabilir o kadar.
Hadi gelin Yukarıdüğer’de akşamı ediverelim. “Galan” yoruldum yazmaktan. Anlatmakla bitmez ki… Güneş batarken çok güzeldir bizim köy. Eskiden (evlerde su yokken yani) tarlalardan anızların batmasına alışkın, nasırlı, yorgun ayaklarla dönen kadınlar çeşmenin oluğunu takar ellerini ayaklarını yıkarlarken konuşurlardı : Amanın herüf olmak varmışımış gıy. Şimdi eve gidip çorba neyim bişümek lazım, inekleri anam sağmuşdu inşallah, bakam bir ağız ekmek yiyem. Adamla bekler. Hadi hayurlu geceler.
|